Alas' tan çıkıp sola dönüyoruz, La Seu d'Urgell' den sağa dönünce N-145 bizi dosdoğru kuzeye, Andorra' ya götürüyor. Dağlık bir yolun içinden geçiyoruz. Sınırda bir gümrük kapısı var ama polisler bizi kontrol etmediler ve yolumuza devam ettik. Girer girmez sağda kocaman bir banka binası ve ticaret merkezi görüyorum! Az ilerde sağda ise bir benzinlik. İspanya' da 1.15 EUR olan kurşunsuz benzin Andorra' da 1.06 EUR. Burada vergiler çok düşükmüş. Hava kapalı, serince ve yağmur çiseliyor; biz yüksek dağların arasındaki yolda keyifle süzülüyoruz. Yavaş yavaş yerleşim başlıyor. O kadar doğayla uyumlu binalar inşa etmişler ki, yüksek dağların eteklerindeki yüksek binaları, sivri çatıları dağların parçalarıymış gibi algılıyorum. Düzen ve huzur hissettiriyor kendini. Andorra la Vella' ya geldiğimizde tüm araçların La Massana' ya yönlendirildiğini görüyoruz. Trafik oldukça sıkışık, yavaş yavaş ilerliyor olmamız bana evlerin balkonlarını, perdelerini, bahçelerini ve sokaklarda gezinen insanları inceleme imkanı veriyor. Ordino' yu geçip Canillo' ya geldiğimizde trafik düzenlemesinin ve kalabalığın yoğun katılımlı bir koşu yarışından olduğunu anlıyoruz. Hiç hesapta olmayan birbuçuk saatlik sürenin sonunda Pas de la Casa' ya (2408 m) geliyoruz ve bir kahve molası veriyoruz. Burası tüm Avrupa yol ağının en yüksek noktalarından birisi ve Andorra' nın Fransa ile sınırı. Sınırı geçerken polisler tüm arabaların bagajlarını arıyorlar. Biz motosikletliler ise kaçakçılık yapacak bagaj alanımız olmadığından olsa gerek, bir baş selamıyla Andorra' yı terk ediyoruz.
N-320 üzerinde hızla alçalarak Fransız Pirenelerinde yol katediyoruz. Manzara olağanüstü; gözalabildiğine yükselen sivri zirveler ve ben uçan halımın üzerinde onların arasında süzülüyorum. Merens-les-Vals' e yaklaşırken orman çizgisini geçiyoruz ve yeşilin 1001 tonu bize eşlik etmeye başlıyor. Sevimli Fransız kasabalarını birer birer ardımızda bırakarak öğlen yemeği için Quillan' da duraklıyoruz.
Dün akşamki kontrolsüz ziyafetin barsaklarım üzerindeki olumsuz etkisi sebebiyle otoparkın hemen karşısındaki restoranda tencere içinde sunulan midyelere sadece bakıyorum ve bu gezinin ikinci "bir dahaki seferesi" olarak onları kafama not ediyorum. Tüm masalarda en az 1 tencere var ve yiyenlerin yüzlerinden keyif akıyor.
Özellikle ilk kez gittiğim yerlerde oryantasyonu, navigasyonu iyi olan biri değilim; üstüne üstlük yeşile ve maviye olan aşkım ve iki teker üzerinde olmak mutluluktan başımı döndürüyor. Bu yüzden yeni gördüğüm yerleri detaylarıyla birbirinden ayırabilmem ve tüm segmenleri sevgili kocamın yardımı olmadan tek tek hatırlayabilmem çok zor. Ama Quillan ile Axat arasındaki D117' in her bir metresi gözlerimin önünde hala akıp gidiyor.
Aude nehri bu bölgede daracık bir kanyonun dibinden akıyor. D117 nehrin yatağını izleyecek şekilde dar bir yol olarak inşa edilmiş. Sağımızda duvar, solumuzda nehir kıvrıla kıvrıla gidiyoruz. Yer yer her iki yanımızda dimdik duvarlar yükseliyor, sanki kollarımı açsam ellerim kayalara değecek. Bu algıyla selenin üzerinde büzülüyorum:) Kanyonun içinde beklemediğimiz derecede bozuk olan zeminde hoplaya zıplaya gidiyor olmak bende rafting yapıyormuşuz hissini doğurdu. Doğa hakikaten muhteşem. Mont-Louis' ye kadar aynı ruh halinde, ardımızda küçük Fransız kasabalarını, gölleri ve nehirleri bırakarak D118' i takip ediyoruz. Mont-Louis' de UNESCO Dünya Mirası Listesinde http://www.sites-vauban.org/About-this-site,378 olan bir kale var.
Sağa N-116' ya dönüyoruz ve Bourg-Madame ile Fransa' ya veda edip Puigcerda ile İspanya' ya tekrar merhaba diyoruz. Dünden aşina olduğumuz N-260 bizi Alas' a ulaştırıyor. Bakalım akşam Türkiye Fransa basketbol maçını seyredebilecek miyiz!